2 Aralık 2016

Mimarlığa Yeni Başlayanlara Tavsiyeler


Senelerce çalıştınız, bir sürü sınava girdiniz. Sonunda mimar olmaya karar verdiniz ve puanınızın yettiği bir mimarlık fakültesine girmeyi başardınız. Kendinizi mutlu ve başarılı hissediyorsunuz. Ama unuttuğunuz bir nokta var: Mimarlık okumak bugüne kadar yaptığınız her şeyden daha zordur... Mimarlık okuyacak talihsiz arkadaşlara, okuldaki ilk zamanlarına dair bazı bilgi ve tavsiyeler vereceğim ki "nereye düştük böyle?" şeklinde başlayacak olan mimarlık serüvenlerinde acılarını biraz olsun dindirebilsinler. Bu yazı dizisi genç mimarlık öğrencilerinin ilk günden uğrayacakları şokun etkisini azaltmak ve eğitim hayatları boyunca işlerine yarayacak tavsiyeler vermek amacıyla yazılmıştır. Mimarlık eğitiminin ne kadar zor ve eğlenceli (!) olduğunu daha ilk günden anlayacaksınız. Olayları çok fazla abartmadan objektif olarak anlatacağım.
 
Öncelikle belirtmek isterim ki mezun olduktan sonra yöneleceğiniz alana bağlı olarak okulda öğreneceklerinizin %60'ını iş hayatında kullanmayacaksınız . Ama sizin mimari anlamda gelişiminiz ve entelektüel birikiminiz açısından elbette bu %60'lık kısım oldukça önemlidir... Örneğin; okulda yapı fiziği dersinde ısı yalıtım hesabı yapmayı öğrendik fakat mezun olduktan sonra hiç ısı yalıtım hesabı yapmadım. Çünkü çalıştığım yerde bu tür işler başka ofislere yaptırılıyordu. Kısacası, yöneleceğiniz alana göre okulda öğrendiklerinizin büyük kısmını aktif olarak kullanmayacaksınız bunu unutmayın. Bir başka örnek daha vereyim. Mesela tüm mimarlık okullarında Le Corbusier öğretilir. Fakat iş hayatında müşterilerin neredeyse hiçbiri onu tanımaz. Le Corbusier'i öğrenmek size dolaylı yoldan kazanç sağlar; mimari görüşünüzü geliştirir, belki de daha iyi tasarımlar üretmenizi sağlar...

Mimarlık fakültesinde ilk dönem

Hayatınızın en zor dönemlerinden biri olacaktır. Hangi bölüm olursa olsun okulda ilk günün ilk dönemin heyecanı başkadır. Ömrünüzün kalan yıllarını şekillendirecek olan mesleğinizi öğrenmeye başladığınız günlerdir bunlar. Peki mimarlık bölümünde ilk dönem nasıldır? Benim mezun olduğum okulda pazartesi tasarım dersiyle başlardı. Yani bölümün kredi sayısı en yüksek ve en önemli dersi... Ülkemizde lise eğitiminde öğrencilerin başarısı yazılı sınavlarla ölçülür. Ayrıca öğrenciler üniversiteyi kazanmak için yarış atı gibi yetiştirilir. Ezber ve hız odaklı bu eğitim sisteminde maalesef öğrenciler her türlü tasarım bilgisinden-eğitiminden yoksun yetişmektedirler. İşte bu öğrenciler üniversitede ilk gün tasarım dersiyle karşılaştıklarında afallarlar. Çünkü yetiştikleri sistemden dolayı tasarım kültürüne yabancıdırlar. Bir sorunun tek doğru cevabının olduğu sistemden, bir sorunun onlarca, yüzlerce doğru cevabının olduğu bambaşka bir sisteme geçilmiştir artık... Mimarlık fakültesinde ilk döneminiz tasarım yapmayı öğrenmekle geçecektir. Temel tasarım kavramlarıyla dolu, yorucu ve eğlenceli bir dönem sizleri bekliyor. Her ne kadar tasarım okuyarak değil de "görerek" ve "yaparak" öğrenilse de belli başlı tanımları, tasarım süreçlerini ve tasarım ögelerini bilmekte fayda vardır.

15 Kasım 2016

Beşiktaş'ta Tuhaf Bir Gece (2. Bölüm)



1. Bölümü okumak için: Beşiktaş'ta Tuhaf Bir Gece (1. Bölüm)
...

Polisler geldiğinde Mehmet salonda oturmuş boş masaya bakıyordu. Örtü serilmek için masanın üstündeydi. Aylin nerdeydi?... Eve geldiğinde Aylin'in evde olmadığını polislere anlattı. En son telefon görüşmesinden 3-4 dakika sonra eve vardığını söyledi. Aylin'in telefonu mutfaktaydı. Çorbanın altı kısık ateşte bırakılmıştı. Bir de süzgeçteki makarnalar vardı. Montları ve ayakkabıları yerindeydi. Tüm bunları öylece bırakıp dışarı çıkmazdı... Polise Abbasağa Parkı'nda başına geleni anlattı. "Nasıl yani? Yürürken durduk yere bir engele çarpmış gibi düşüp bayıldınız öyle mi?" "Evet. Biliyorum çok garip ama öyle oldu." dedi. Polisler buna bir anlam veremeyip birbirlerine baktılar. Sonra da bir rahatsızlığı olup olmadığını sordular. "Rahatsızlığım yok. Ayıldığımda etrafı net göremedim bir süre." "Ama yanınızda bir adam görmüşsünüz." "Evet onu gördüm." dedi Mehmet. Bütün vücudunu şiddetli bir titreme sarmıştı. Adamı düşününce içine derin bir ürperme geliyordu. Sanki derisinin altından bütün vücudu boşluğa doğru çekiliyordu. Polisler kolundan tutup onu koltuğa oturttular. Bir yandan da diğer polisler odanın içinde parmak izleri alıyorlardı. "Parkta gördüğünüz adamın size benzediğini söylediniz. Ne kadar benziyordu." diye sordu polislerden biri. "Tıpatıp bana benziyordu. Gözlerim düzeldiğinde adamın yüzüne baktım. Her şeyi bana benziyordu. Saçları, sakalları, yüzü, giysileri benimkilerle aynıydı. Ama göz yuvaları bomboştu. O anda sanki her şeyimi almış, sadece gözlerim kalmış gibi hissettim. Sonra tekrar bayıldım zaten." dedi. "Bayıldığınız için bulanık görmeniz normal. Karanlıkta karşınızdaki adamı da iyi görememiş olabilirsiniz. Yere düşerken başınıza darbe aldıysanız algılarınız sizi yanıltabilir." dedi polislerden biri. "Peki evde bugünkü tüm giysilerimin aynısının bulunmasına ne diyorsunuz?" diye sordu Mehmet. "Bunu araştıracağız, giysileri incelemek için götüreceğiz. Arkadaşlar parmak izi alıyorlar. Sizden başka birinin parmak izi olup olmadığına bakacaklar. Sabah başka bir ekip gelip daha detaylı inceleme yapacak evde..." Polisler konuşmaya, soru sormaya devam ettiler. Mehmet de yanıtlamaya devam etti. Daha sonra karakola gidip ifade verdi. Eve döndüğünde yine salondaki koltuğa oturdu. Örtüsü serilirken yarıda bırakılmış masaya baktı. Kapıların üzerinde parmak izi almak için kullanılan tozdan vardı. Parktaki adam eve geldiyse farklı bir parmak izi bulamazlar diye düşündü. Salondaki koltukta öylece uyuyakaldı...

Sabah olduğunda olay mahalli inceleme ekibi eve gelmişti. Dairenin kapısını birkaç kere çaldılar fakat açan olmadı. Polislerden biri Mehmet'i cep telefonundan aradı. İçerden gelen telefon sesini işittiler. Fakat telefonu cevaplayan kimse olmadı. Bu şekilde hem zili hem de telefonu birkaç kere deneyip cevap alamayınca polisler kapıyı kırıp içeri girmeye karar verdiler. Araçtan balyoz getirildi. Birkaç vuruştan sonra kapı açıldı. Polisler evin içine girip Mehmet'i aradılar fakat bulamadılar. Sadece salondaki koltuğun üzerinde Mehmet'in telefonunu ve dün gece giydiği giysileri bulabildiler...

En Kısa Korku Hikayeleri


Üzerimdeki siluet göğsüme art arda bıçaklar saplarken son gördüğüm şey dijital duvar saatinin 03:18'i gösterdiğiydi. Sonra bir anda kan ter içinde korkuyla uyanıp yatakta doğruldum ve bunun bir rüya olduğunu anlayıp rahatladım. O anda duvar saatinin 03:17'yi gösterdiğini farkettiğimde gardrobun kapağı ürpertici bir gıcırtıyla açılmaya başlamıştı...

...

Gece annemin beni mutfağa çağırdığını duydum. Tam odadan çıkarken annem beni kenara çekti: "Sakın mutfağa gitme. O sesi ben de duydum." dedi.

...

Karanlıktı. "Neden bu kadar hızlı nefes alıyorsun?" diye sordu. Hızlı nefes alan ben değildim...

...

Kalbime bir ağrı saplandı. Gözlerimi açtığımda bir tabutun içindeydim. Etrafımdakilerin ağladığını ve hocanın dualarını duyuyordum ama ne hareket edebiliyordum ne de konuşabiliyordum. Çok soğuktu. Korkuyordum.

...

Oğlumu gece yatağına yatırırken, "Babacığım lütfen yatağımın altındaki canavarlara bakar mısın?" diye sordu. Espri yaptığını düşünüp yatağın altına baktığımda oğlumu gördüm. Bana fısıldadı: "Babacığım yatağımda yatan biri var."

...

Kızım her gece beni ağlayarak ve çığlıklar atarak uyandırıyor. Mezarlığına gidip susmasını söyledim ama işe yaramadı...

...

Gece uyurken birinin cama vurduğunu duyunca uyandım. Tam camdan dışarı bakacakken aynı sesi tekrar duydum. Ses aynadan geliyordu.

...

Karım dün gece yarısı evde hırsız olduğunu söylemek için beni uyandırdı. Karım iki yıl önce eve giren bir hırsız tarafından öldürülmüştü.

...

Yoğun bir günün ardından gece tek başıma yaşadığım evime geldim. Karanlıkta ışığı açmak için uzandığımda birinin eline dokundum.

...

Sabah uyandığımda telefonumda uyurken çekilmiş bir resmimi gördüm. Ama ben yalnız yaşıyorum...

...

Kedi ve köpeklerle büyüdüğüm için uyurken odamın kapısının tırmalanmasına oldukça alışkınımdır. Şu an yalnız yaşıyorum, artık kapımın tırmalanması oldukça rahatsız edici...

...

"O örümcek nereye kayboldu?"

...

Kaynak 1: onedio.com 

9 Kasım 2016

Köprüdeki Kız

“Bakırköy tren istasyonunun orada üzerinde kitapçıların olduğu eski bir köprü vardı ya. İşte tam onun karşısına taşındık. Aynen, meydana çıkan sokaktayız.” Telefonda yeni taşındıkları evi arkadaşına anlatıyordu Nihat. Eşi Meltem ve kızları Eda ile yeni evlerinin balkonunda oturuyorlardı bir yaz akşamı. Bakırköy’deki eski tren istasyonunu ve kitapçıların olduğu köprüyü görüyordu evleri. Önü açık ferah bir yerdi burası. Üstelik sokakta bir sürü ağaç vardı… O akşam saat dokuz buçukta Meltem küçük kızlarını yatağına yatırmıştı. Dolaptan yarım şişe rakı, kavun ve biraz da peynir çıkardı. Tabakları hazırlayıp balkona geçti. Bu güzel yaz gecesinde rakı eşliğinde muhabbete doyum olmazdı...

Saatler gece yarısını geçtiğinde ikisinin de kafası güzel olmuştu. Balkondan boş boş etrafı izliyorlardı. Sokakta kimsecikler kalmamıştı. Nihat’ın gözüne bir anda köprü üzerinden geçen biri takıldı. Daha net görmek için gözlüklerini taktı. Küçük bir kız çocuğuydu bu. Ailesiyle akşam gezmesinden dönüyorlardır diye düşündü. Kız köprünün ortalarına geldiğinde durdu. Etrafta ailesi falan yoktu. “Meltem, şuraya baksana. Ne işi var bu saatte dışarda? Küçük değil mi o?” dedi Nihat. “Evet, küçük. Eda kadardır. Önden yürümüştür o. Annesi babası gelir şimdi, merak etme.” Balkondan sadece bir ya da iki dakika boyunca endişeyle kızı izlediler. Ama sanki
onlar için saatler geçmişti. Ortalıkta gelen giden kimse yoktu. Kız hala köprünün ortasında korkuluklara tutunmuş duruyordu. “Kimsenin geldiği yok Meltem.” Endişeli bekleyiş devam ederken gecenin içinde ansızın çok uzaktan yaklaşan bir tren sesi işittiler. Ses yavaş yavaş artarak yaklaşıyordu. “Burdan hani tren geçmiyordu?” diye sordu Meltem. “Raylar söküldü diye biliyorum. Yenileriyle değiştirene kadar tren geçmeyecek demişlerdi. Bakım treni falandır belki bu gelen.” dedi Nihat. Ses yaklaşmaya devam ederken köprüdeki küçük kızın korkuluklara tırmanmaya başladığını gördüler. Adam tehlikeyi sezince bir anda ayağa kalkıp koşarak evden çıktı. Kız korkuluğu aşacak kadar tırmanmıştı. Meltem’de dayanamayıp onun peşinden gitti. Nihat apartman kapısından çıkıp birkaç adım attığında tren sesi artık iyice artmıştı. Bir yandan koşup bir yandan da kıza seslendi fakat o köprüye varmadan kız kendini boşluğa bırakmıştı. Kızın atladığı yere köprünün ortasına kadar geldiğinde aşağı baktı fakat yerde kimse yoktu. Tren sesi de kesilmişti. Meltem de hemen arkasından koşarak geldi. “Noldu.” dedi. “Kız aşağı atladı ama kimse yok aşağıda.” İkisi de köprünün altına baktılar fakat kızdan bir iz göremediler. “Üstelik ray da yok Meltem. Burdan tren geçemez ki.” dedi adam karısına. “Peki kız nereye gitti öyleyse. Tren sesini nasıl duyduk?” diye çaresizce sordu adama Meltem. “Bilmiyorum.” dedi Nihat. İkisi birbirine sarılmış ne olduğuna anlam veremeden köprünün ortasında durup boş tren yoluna baktılar. Tren yolunda ray bile yoktu. “Fazla içtik galiba.” dedi kadın. O esnada kitapçıların arasında kalan karanlıktan bir kahkaha işittiler. Korkuyla oraya dönüp baktıklarında karanlıktan başka bir şey göremediler. Köprü üzerindeki lambalar orayı aydınlatmıyordu. Biri fena şekilde gülüyordu onlara. Nihat, telefonunu çıkarıp karanlığa doğru ışık tuttu. Yaşlı, evsiz bir adam, kartonlardan yaptığı yatağın üzerinde oturmuş, onlara bakıp gülüyordu. Yanında da boşa yakın bir şarap şişesi vardı. “Sen de gördün mü kızı?” diye sordu Nihat. Adam daha da içten gülmeye başlamıştı. “Bir ben göremedim o kızı yıllardır.” dedi şarabın dibini kafasına dikerken. “Nasıl yani?” diye sordu Meltem. Adam hala gülüyordu deli gibi. “Buraya sizin gibi gelen çok oluyor yaz akşamları. Aşağı atlayan bir kız gördüklerini söylerler hep. Tren sesi de duyarlar. Ben de düşünürüm ben mi deliyim yoksa insanlar mı deli diye yoksa ben mi az içiyorum diye.” adam hala gülmeye devam ediyordu. Nihat telefonun ışığını kapatmıştı. Bu tuhaf olaya bir türlü anlam verememişlerdi. Evsiz adamın yanından tam ayrılacaklardı ki adam aniden gülmeyi kesti. Ses tonu değişmiş şekilde karanlığın içinden konuşmaya başladı: “Bundan yıllar önce bir kız çocuğu buradan trenin altına atlayıp intihar etmiş. Ailesi köprüden atlayan kızı balkondan görmüş fakat uzaktan tanıyamamışlar. Kızı öylece izlemişler atlarken.” “Nasıl tanıyamazlar kızlarını.” dedi Meltem karanlığa doğru. “Bilen yok. O gece çok içmişler. Ya sarhoştular ya uzaktan göremediler ya da umursamadılar. Belki de bile bile kendi kızlarının ölmesine göz yumdular. Kim bilir…” 


Adamın karanlıktan gelen sözleri yürek burkan bir trajediyi anlatıyordu. Meltem ve Nihat, içlerinden bir şey koparılmışçasına üzgündüler evlerine yürürken. Adamın anlattıkları doğru muydu acaba? Bir insan nasıl kendi çocuğunun ölümüne göz yumabilirdi? Peki gördükleri, duydukları neydi? Eve geldiklerinde yine balkona oturdular. Meltem kahve yapmıştı. Nihat, sigarasını yaktı, derin bir nefes çekti içine. Sonra bir tane daha çekti ve Meltem’e uzattı. İçerden koridorun ışığının yandığını farkettiler. Uzun pijamasıyla yarı uykulu halde Eda geldi balkona. “Beni kurtardığın için teşekkür ederim baba.” dedi ve adamın boynuna sarıldı.

8 Kasım 2016

Beşiktaş'ta Tuhaf Bir Gece (1. Bölüm)

Mehmet, o akşam Barbaros Bulvarı’nda otobüsten indikten sonra evine doğru yürüyordu. Yoğun bir gün geçirmişti. Üstelik mesaiye kalmıştı. Bir an önce eve varıp uzanmak istiyordu. Yokuşa rağmen adımlarını hızlandırdı. Evine giden en kestirme yol Abbasağa Parkı’ndan geçiyordu. Parkta kimsecikler yoktu. Parkın içinde yürürken bir anda arkasından gelen şiddetli bir rüzgar hissetti. Sanki birisi yanından hızla koşarak geçmiş gibi bir hisse kapıldı. Durup etrafına bakındıysa da hiç kimseyi göremedi. Tam parkın ortasındaki çocuk oyun alanına geldiğinde boş salıncakların bu rüzgarsız sonbahar gecesinde hafif hafif sallandıklarını görerek ürperdi. Ama çok da aldırış etmedi ve yürümeye devam etti. Derken bir anda görünmez bir engele sert biçimde çarpmışcasına yere yığıldı… Bir müddet sonra gözlerini açtığında ne kadar baygın kaldığını hatırlamıyordu. Yerde oturuyordu. Önünde ona yardım etmeye çalışan bir adam vardı. Gözleri her yeri buğulu görmeye başlamıştı. Etrafını net biçimde seçemiyordu. Ama yanındaki adamın ayakkabıları dikkatini çekmişti çünkü kendi ayakkabılarına benziyordu. “Ne kadar zamandır baygınım?” diye sordu adama. Ama adam cevap vermedi. Mehmet kafasını kaldırıp adamın yüzüne doğru baktığında onun çok tanıdık biri olduğunu düşündü fakat kim olduğunu bir türlü çıkaramamıştı. Aynı soruyu tekrar sordu adamın yüzüne bakıp. Başı zonkluyordu, etrafı bir türlü net göremiyordu. Sonra gözlerinin yavaş yavaş düzeldiğini hissetti. Adama teşekkür etmek için tekrar yukarı doğru baktı. Fakat gördüğü şey karşısında korkuya kapılmıştı. Korkudan yüzü bembeyaz kesildi. Tekrar bayılmıştı… 



Aylin, evde yemek hazırlıyordu. O da işten geç çıkmıştı. Mehmet otobüsten inmeden onunla konuşmuştu. 10-15 dakikaya evde olurdu. Mutfakta salata için yeşillik doğrarken saatine baktı. 25 dakika olmuştu. Mehmet hala gelmediğine göre markete uğramış olmalıydı. Sonra zil çaldı. Normalde mutfak penceresinden kim olduğuna bakmadan kapıyı açmazdı ama bu sefer Mehmet’in geldiğini bildiği için kapıyı açtı. Sebzelerin artıklarını çöpe attığı sırada dairenin kapısı çaldı. Gidip kapıyı açtı. “Hoş geldin, sevgilim” deyip Mehmet’in boynuna bir öpücük kondurdu. Dışardan geldiği için boynu soğuktu Mehmet’in. “Üşümüşsün. Atkını al artık yanına. Akşamları soğuk oluyor.” dedi. Mehmet’de onu yanağından öptü. “Hızlı yürüdüm ondan rüzgar çarpmıştır. Başım da zonkluyor.” dedi. “Sen üstünü değiştir yemekler 10 dakikaya hazır.” dedi Aylin. Çorbanın altını kısıp makarnayı süzmek için süzgeci çıkardı. Mehmet ceketini portmantoya asıp odaya geçmişti üstünü değiştirmek için. Aylin masayı hazırlamak için salona geçerken yatak odasının ışığının yanmadığını farketti. İçeri girdi ve ışığı açtı. Mehmet üstünü değiştirmiş, yatağın kenarında oturmuş, başını geriye atmış şekilde tavana bakıyordu. “İyi misin canım? Boynun mu ağrıyor?” deyip Mehmet’in yanına oturdu Aylin. “İyiyim iyiyim.” dedi Mehmet. “Madem iyisin, ben makarnayı süzdüm sen de sosla karıştırıp yağda biraz çevirir misin? Ben de masayı hazırlıyorum.” dedi ve odadan çıktı. Salondaki çok amaçlı masanın üzerinden laptopu ve dergileri alıp kenara koydu. Yemek örtüsünü sererken telefonu çalmaya başladı. Mutfağa gidip telefonuna baktı. Arayan Mehmet’ti. Gelen aramayı iptal edip “Mehmetcim dakikaların fazla geldi galiba.” diye yüksek sesle bağırdı içeriye doğru. Makarna hala süzgecin içindeydi. “İş başa düştü.” dediği sırada tekrar telefon çaldı. Yine Mehmet’ti arayan. Bu sefer Aylin telefonu açtı. “Mehmet, neden telefonla arıyorsun beni. Mutfaktayım.” dedi. “Aylin, başıma çok kötü bir şey geldi.” Telefondaki adamın sesi korkudan titriyordu. “Birazdan eve geliyorum.” dedi ve hat kesildi. Aylin ne olduğunu anlamamıştı. “Birazdan eve geliyorum ne demek ya.” diye mırıldanırken yatak odasının kapısı hafif bir gıcırtıyla açıldı. Arkasını döndüğünde Mehmet’in loş koridordan mutfağa doğru geldiğini gördü ama yürürken önüne bakmıyordu. Başını geriye atmış şekilde tavana bakıyordu yürürken…

O gece Mehmet parkta ikinci kez ayıldıktan sonra koşar adım eve gitti. Evin sokağına girmeden birkaç dakika önce tiz bir çığlık yankılandı mahallede. O sonbahar akşamı sadece balkonda demlenen iki kafadar işitti bu çığlığı. Birisi bunun martılardan geldiğini söyledi diğeri ise ani bir fren sesi olduğunu düşündü… Mehmet eve geldiğinde Aylin’i bulamadı. Mutfaktaki süzgecin içinde soğumuş makarnalar vardı. Portmantoda o gün giydiği ceket ve ayakkabılar, yatak odasında ise aynı pantolon ve gömleği vardı...

Beşiktaş'ta Tuhaf Bir Gece (2. Bölüm)

4 Kasım 2016

Ayda 1 TL Yardımlaşma ve Dayanışma Projesi


Sosyal sorumluluk projelerini tanıtmaya devam edelim.

Bir grup üniversiteli genç bir araya gelerek çok güzel bir yardımlaşma ve gönüllülük projesi başlatmışlar. Bize de onları desteklemek, başlattıkları bu güzel girişimin yayılmasını daha çok kişi tarafından duyulmasını sağlamak düşüyor.

Proje kapsamında ayda sadece 1 tl vermeniz yeterli. Hatta 2 tl kabul etmiyorlar. 77 milyonluk nüfusumuz göz önüne alınırsa bu ufacık 1 liralık bağışların aslında ne kadar büyük bir yardım havuzu oluşturacağını anlamak hiç de zor değil. Üstelik bağışta bulunmak için bankayla, havaleyle uğraşmanıza da gerek yok. Sadece telefonunuzla mesaj atarak 1 lira bağışta bulunabilirsiniz. İlk katılımda
hizmet bedeli olarak sms ücreti alınıyor sadece. Sonrasında düzenli olarak aylık 1 lira bağışta bulunuyorsunuz. İstediğiniz zaman yine telefondan mesaj atarak kampanyadan çıkabiliyorsunuz.

Bu projenin bana göre en iyi yanı toplanan yardımların farklı farklı derneklere dağıtılıyor olması. Ayrıca bağışların toplanmasından dağıtılmasına kadar tüm süreç şeffaf biçimde ilerliyor. Her ay toplanan bağışlar eğitim, sağlık, insani yardım alanlarında faaliyet gösteren çeşitli yardım derneklerine aktarılıyor. Tüm bu işlemlerin belgelerini de internet sitelerinden yayınlıyorlar. Yani yaptığınız bağışların nereye gittiğini görebiliyorsunuz.

Ayda kaç 1 lirayı kişisel zevklerim için keyfi sebeplerden dolayı harcadığımı düşünüyorum da  inanın sonuç gerçekten çok fazla çıkıyor. Artık en azından bir kısmını bu güzel projeye aktarmaya karar verdim. Gelin siz de imkanınız dahilinde bu güzel kumbaranın bir parçası olun.


Dünyayı iyilik kurtaracak...

Bir Tek Lira Derneği: http://www.1tl.org.tr

  

Not: Geçen haftaki yazılarıyla bu projeden haberdar olmamı sağlayan Emre Yıldırım'a (http://www.emreyildirim.co) ve Destino'ya (http://basucumdaki.blogspot.com.tr) çok teşekkürler.

25 Ekim 2016

Kalbim Olur Musun Projesi


"30 yaşındaki Aytaç Ünker, uzun yıllar bir evlat sahibi olmak istedi. Evlendikten beş yıl sonra bebekleri dünyaya geldi. Adını Yusuf Ayaz koydular. Yusuf Ayaz doğuştan kalp hastasıydı ve henüz 7 aylıkken minik kalbi mücadeleye yenik düştü. Hayatını kaybetti. Aytaç Ünker 9 ay önce kaybettiği oğlunun acısını dindirmek için kendini kalp hastası çocuklara adamaya karar verdi. Şimdi hastane hastane gezip Kalbim Olur Musun? adında kurduğu dernek sayesinde kalp hastası çocuklara ve onların ailelerine yardım götürüyor."

20 Ekim 2016

Senede Bir Gün "Purge" Yapmak İster Miydiniz?


"Purge" (pörc diye okunur.) kelime anlamı olarak arınma, temizlenme demek. Yönetmen ve senarist James DeMonaco bu kelimeden tam 3 film çıkardı. Bir çeşit Amerikan distopyası olan bu filmlerin ana konusu ortak: Senede bir gün "purge" yapılıyor. 

"Purge" yani "arınma gecesi" diye türkçeye çevrilen bu olay her sene belirli bir günde akşam 7'den sabah 7'ye kadar -12 saat boyunca- her türlü suçun serbest olması anlamına geliyor. Akşam yedide sirenler çalmaya başlıyor ve tüm televizyonlardan arınma gecesinin başladığına dair duyuru yapılıyor. 12 saat boyunca polis, itfaiye ve sağlık servisleri çalışmıyor. İstediğiniz her suçu işleyebilirsiniz. Yalnızca belirli mevkilerdeki devlet görevlilerinin dokunulmazlık hakkı var. Ayrıca roketatar, bazuka ve el bombası gibi patlayıcı silahların kullanımı yasak. Bunlar dışında her türlü silah kullanımı serbest. Peki durup dururken nereden çıkmış bu arınma gecesi fikri? Amerika, ekonomik sorunlar, işsizlik, açlık ve yüksek suç oranlarıyla zor zamanlar geçirdiği sırada "The New Founding Fathers of America" (Amerika'nın yeni kurucu babaları) diye bir grup politikacı ortaya çıkmış ve tüm bu sorunların çözümü olarak önerdikleri "purge" sistemi de kabul görmüş. Arınma gecesi sayesinde ülke genelinde suç oranları aşırı derecede düşmüş, işsizlik %1 seviyesine kadar gerilemiş ve ülke ekonomisi güçlenmiş. E tabii yılda bir gece tüm suçları işlemek serbest olduğu için herkes o geceyi bekliyor haliyle suç oranları da düşüyor... Arınma gecesi konusunda halk ise ikiye bölünmüş durumda. Arınma gecesinin doğru olduğunu düşünen sokağa çıkıp suç işleyenler ve arınma gecesini doğru bulmayıp tehlikeden korunmak için tüm geceyi evlerinde geçirenler. Hal böyleyken düşünün bakalım siz hangisi olurdunuz? Her türlü suçu işlemeniz serbest olsa o gece ne yapardınız? (Yorumlarınızı bekliyorum.)

17 Ekim 2016

Blogunuza Ziyaretçi Çekmek İçin Yaratıcı Yazı Fikirleri - 3




Bu bölüme başlamadan önce blogunuzda ne sıklıkta yazı yazmanız gerektiğine dair bazı fikirlerimi paylaşmak istiyorum. Ne sıklıkta yazı yazdığınız blog amacınızla doğru orantılı olmalıdır. Örneğin, bu işi hobi olarak yapıyorsanız, fikirlerinizi geniş kitlelere yaymak, ziyaretçi sayınızı artırmak, reklam yayınlayıp para kazanmak gibi amaçlarınız yoksa kafanıza ne zaman eserse o zaman yazı yazmakta özgürsünüz ki zaten blog yazmanın güzelliği de oradadır. Hiçbir zorunluluk hissetmeden, içinizden geldiği gibi fikirlerinizi insanlarla istediğiniz zaman paylaşmak... Fakat blog yazarak fikirlerinizi çok geniş kitlelere yaymak, internette üst sıralarda yer almak ve reklam geliriyle para kazanmak istiyorsanız ayda bir ya da iki ayda bir blogunuza yazı yazarak bu amaca ulaşmanız çok zor. Arama motorlarında üst sıralarda yer almak için, sitenizin bilinirliğini artırmak için haftada en az bir kere blogunuzda paylaşım yapmalısınız. Aylık ortalama 4 yazı yayınlamak başlangıç için ideal sayılır diyebilirim. Geçen yaz boyunca bu kurala uymaya çalıştım ve işe yaradığını söyleyebilirim. Eğer içerik oluşturacak çok vaktiniz varsa haftada 2-3 paylaşım yapmak çok daha etkili olacaktır. Her gün bir yazı gönderebiliyorsanız, ürettiğiniz içerikler kaliteli ve özgünse inanın birkaç ay içinde ziyaretçi sayınız inanılmaz biçimde artacaktır. Eğer elinizde daha önceden belirli konularda yazdığınız birikmiş pek çok yazı varsa onların hepsini tek seferde paylaşmayın. Zamana yayın. Bir günde 5-6 tane yazı paylaşırsanız insanlara sizi takip etmekte zorlanacaktır. Yazı yazma sıklığınızı kendi durumunuza ve okuyucularınızın alışkanlıklarına göre yine en iyi siz belirleyebilirsiniz. Bu hususta düzenli bir takvim izlemeniz bence etkili olacaktır. (Bu konuda daha kapsamlı bir yazı için: How often should you blog?

13 Ekim 2016

Blogunuza Ziyaretçi Çekmek İçin Yaratıcı Yazı Fikirleri - 2



Blog yazarları için derlemeye çalıştığım yaratıcı yazı fikirlerinin ikinci bölümünü paylaşıyorum. Birbirinden farklı onlarca fikirden bazıları size uygun olabilir, bazılarını da beğenmeyebilirsiniz. Ancak iyi bir blog veya site oluşturmak için en önemli kurala herkes uymak zorunda: Kaliteli ve özgün içerik

İçeriğin kaliteli olması için pek çok kriter vardır. Öncelikle yazınız kapsamlı bir araştırmanın ürünü olmalı. Yazının fikri okuyucuya kolay biçimde aktarılmalı. Okuyucu yazıyı akıcı biçimde zorlanmadan takip edebilmeli. Hem dil bilgisi hem de genel yazım kurallarına uygun olmalı. Mesela ben bir yazı okurken çok fazla yazım yanlışı görürsem yazıyı yarıda bırakabiliyorum. Dili ve dilin kurallarını doğru biçimde kullanmak içeriğin kalitesini büyük oranda etkiler. İkinci ve belki de en önemli kriter, siteniz için oluşturduğunuz içeriklerin özgün olması. Başka sitelerden kopyalayarak oluşturduğunuz yazılar size ziyaretçi veya reklam geliri kazandırmazlar. Aksine itibarınız zedelenir. Çünkü bu telif hakkı ihlaline girer. Başka sitelerden faydalanacaksanız kaynak belirtmeniz çok önemlidir. Ben de pek çok yazımda başka sitelerden faydalanıyorum ve kaynak belirtiyorum. Böylece onların sitelerine de "backlink" vermiş oluyorum. Hatta kaynak belirttiğim kişiler daha sonradan bana teşekkür ediyorlar. Kısacası içeriğiniz ne kadar özgün ve yaratıcı olursa o kadar başarılı olursunuz. İlla ki bir yerden kopyalamanız gerekiyorsa kesinlikle kaynak belirtin. Yazılarınızda kaliteyi yükseltmek için araştırın, okuyun daha çok yazın ve zaman harcayın. Yazacak konu bulamıyorsanız sizin için derlediğim blogunuzun ziyaretçi sayısını artıracak yaratıcı yazı fikirlerinin devamını okuyun!

11 Ekim 2016

Blogunuza Ziyaretçi Çekmek İçin Yaratıcı Yazı Fikirleri - 1


Yeni bir bloga başlayacaksınız ve konu bulamıyor musunuz? Ya da blogunuzun ziyaretçi sayısını artırmak için yaratıcı yazı fikirleri mi arıyorsunuz? Kısacası blogunuza/sitenize daha fazla ziyaretçi çekmek ve reklam gelirlerinizi yükseltmek istiyorsanız bilmeniz gereken bazı taktikler ve popüler konu başlıkları var.

Blogunuzda her konuda yazı yazıyorsanız, ziyaretçi çekmek için öncelikle güncel konulara değinmelisiniz. Popüler kültür, siyasi gündem, moda trendleri, bilimsel gelişmeler gibi konularda daha da önemlisi google'da en çok arananlar hakkında yazmalısınız. Hatta herkesten önce ilk yazan siz olmalısınız. Örneğin, yurtdışındaki sansasyonel magazin haberleri ya da bilimsel gelişme haberleri bir iki gün içinde Türkçe'ye çevrilir ve sonra tüm yerli internet sitelerinde, gazetelerde yayınlanmaya başlar. Viral olma potansiyeline sahip ilginç haberleri, fikirleri veya fotoğrafları ilk paylaşanlar her zaman kazançlı çıkar. Çünkü o konuya ilk siz değindiyseniz aramalarda üst sıralarda hep siz çıkarsınız.

Blogunuzun belirli bir konusu varsa (örneğin; formula 1 yarışları, saksı bitkileri, yapay zeka uygulamaları...) zaten ilgi duyduğunuz bir alan olduğu için yazacak konu bulmakta zorlanacağınızı sanmıyorum. Fakat yine de güncel gelişmeleri takip edip sıcağı sıcağına yazılar yazmak pek çok kişi tarafından takip edilmenizi ve blogunuzun ziyaretçi sayısının artmasını sağlayacaktır.

8 Eylül 2016

YDS için Android Uygulama Önerileri


Yabancı Dil Sınavı'na hazırlanırken bana çok yardımı olan 2 tane ücretsiz Android uygulamasını sizinle paylaşmak istiyorum. Sınava hazırlık sürecinde pek çok uygulamayı indirip denedim fakat en başarılı bulduklarım Yds Soru Bankası (Kaplan Software) ve YDS Kelime (Akın Dil Eğitim Merkezi) uygulamaları oldu.

Öncelikle mobil uygulamalarla sınavlara hazırlanmak oldukça mantıklı bir yöntem. Çünkü gün içinde çok fazla boş vaktimiz oluyor. Mesela benim işe gidip gelirken geçirdiğim süre günlük 1 saatten fazla. Kalabalık toplu taşıma araçlarında kitap çıkarıp çalışamayacağıma göre telefonuma yüklediğim uygulamaları kullanmak son derece iyi sonuç verdi diyebilirim. Her gün düzenli olarak sabah ve akşam 1 saat boyunca YDS soru tiplerine çalışmış oldum. Hatta gün içinde sosyal medya kullanımımı dahi azaltarak sınava uygulamalar üzerinden çalıştım. Her gece yatmadan önce uzandığım yerden uykum gelene kadar en az yarım saat çalıştım ve masa başında oturmanın yorgunluğunu da üzerimden atmış oldum.

iPhone 7'nin Mükemmel Kamera Çıkıntısı

iPhone 6 ile hayatımıza giren kamera çıkıntıları Apple'ın yeni modeli iPhone 7'de de karşımızda. Evet Apple yeniden gururla sunar: kamera çıkıntısı.


iPhone 7 kamera çıkıntısı
Telefonun genel olarak tasarımı gayet şık ve kullanışlı görünüyor. Özellikleri de bir önceki modele göre iyileştirilmiş. Bu bakımdan tebriği hakediyorlar gerçekten. Özellikle en düşük hafıza olarak 32 gb tercih edilmesi gerçekten olumlu. Artık bilgisayarlardan farkı kalmayan akıllı telefonlar için hafıza çok önemli çünkü uygulamaların boyutları gittikçe artıyor. Aynı şekilde gelişen kamera özellikleri de fotoğraf ve video boyutlarını artırdığı için 32 gb gayet ideal bir hafıza boyutu.  

6 Eylül 2016

Türkiye Dış Politikası

2015 ve 2016 G20 zirvelerinde aile fotoğrafı.

2015 ve 2016 G20 zirvelerinden iki farklı fotoğraf. Türkiye'nin küresel sistemdeki yerinin her an değiştiğini/değişebileceğini gösteriyor. Hangi tarafa kayarsak kayalım diğer tarafın gözü bizde kalıyor, bizi kaybetmek istemiyorlar.

4 Ağustos 2016

İş Hayatında Karşılaşılan Patron Tipleri

Üniversiteden yeni mezun olan arkadaşlara yol göstermesi için iş hayatında karşılaşılan patron tiplerini yazmak istiyorum. Bu tiplerin pek çoğu oldukça tehlikelidir ve gördüğünüz anda koşarak uzaklaşmanız gerekir. Çok az bir kısmı birlikte çalışmaya uygun kişilerdir. İş görüşmesi esnasında kimin iyi kimin kötü patron olduğunu anlamanız için bazı ipuçları da vermeye çalışacağım.


Asgari ücret üzerinden sigorta yapan, fazla mesai ücreti ödemeyen patron: 

İş hayatında en çok karşılaşılan patron tipidir. Bu adamların gözünde sizin mesleğinizin hiçbir önemi yoktur. Piyasa standartlarının altında maaş verirler. Sigortanızı da asgari ücret üzerinden yaparlar. Maaşınızın asgari ücrete kadar olan kısmı banka hesabınıza yatar, kalanının da elden verirler. Sigorta prim ücretlerinin çok yüksek olduğundan, şirkete çok yük getirdiğinden bahsederler. Sürekli olarak vergilerden şikayet ederler. Para kazanamadiklarindan bahsederler. Peki bu tip patronu iş görüşmesinde nasıl anlarsınız? İş görüşmesinde size yüksek vergilerden, piyasanın durgunlugundan bahsederler. İşe ilk girdiğinizde maaşınızın düşük olacağını ama zamanla performansa göre yükseleceğini, paradan daha kıymetli olan çok önemli tecrübeler kazanacağınızı söylerler. Bu tip patronların en önemli özelliği para kazanmak için geceli gündüzlü çalıştıklarını anlatmalaridir. Bunun anlamı da şudur: sık sık mesai yapıyoruz, mesai için ücret de ödemiyoruz. Ayrıca bu tip iş yerlerinde muhtemelen cumartesi de çalışılıyordur bilginize.

25 Haziran 2016

Mimar Olmak İsteyenlerin Dikkatine!

Tipik bir mimarlık fakültesi stüdyosu. Mimarlık öğrencilerinin tasarım dersini aldığı yerlere stüdyo, atölye gibi isimler verilir.

Hazır üniversite sınavları bitmiş ve puanları beklemeye başlamışken meslek arayışındaki gençlere kendi alanım olan mimarlıkla ilgili bazı bilgiler, tavsiyeler vermek isterim. Yazının başında belirtmemde fayda var 3 yıldır özel sektörde çalışan bir mimarım. Aynı zamanda da yüksek mimar olabilmek için uğraşıyorum. Hem işi hem de yüksek lisansı beraber yürütmek kolay değil. Zaten mimarlığın doğasında zorluk çekmek yattığı için biz artık hissizleştik. Bu yazıyı yazma sebeplerimden biri de mimar olmak isteyen genç arkadaşlara eğitim hayatları boyunca ve sonrasında iş hayatında karşılaşacakları çeşitli zorluklara karşı bilinçli olmalarını sağlamaktır. Bu yazıyı okumadan mimar olmaya karar vermeyin derim.

İki boyutlu eskizler. Plan, kesit ve diagramlar
İki boyutlu eskizler. Plan, kesit ve diagramlar

 

Kimler mimar olabilir? Mimar olmak için iyi çizim yapmak gerekir mi? Mimar olmak için yetenek gerekir mi?

Mimar olmak için herhangi bir özel yeteneğe sahip olmak gerekmiyor. Hele ki çizim yeteneğine sahip olmak hiç gerekmiyor. Mimariye ilgi duyan  ve yeterli puan alan herkes mimar olabilir. Önemli olan ilgi duymanız, sonrasında yeterince çalışırsanız mimar olabilirsiniz. Ben hala elimle düzgün eskiz yapamayan biriyimdir ama okuldan gayet  yüksek bir notla mezun oldum. Şayet sizin eliniz serbest çizimde iyiyse bu size avantaj sağlar. Tasarım fikirlerimizi görselleştirmek için ilk etapta genellikle kağıt üzerinde elle çizimler yaparız. Dediğim gibi eliniz çizim işlerine yatkınsa zorluk çekmezsiniz. Fakat daha önceden resim dersleri haricinde hiç elinize kalem alıp bir şeyler karalamadıysanız ve mimar olmak istiyorsanız biraz pratikle tasarım fikirlerinizi kağıda dökerek kendinizi ifade edebilecek düzeye gelmeniz gayet kolaydır. 

19 Haziran 2016

Euro 2016 Devam Ederken Bilinmesi Gerekenler



UEFA tarafından düzenlenen Euro 2016 dünyanın en popüler ikinci futbol turnuvası. İlk defa 1960 yılında Fransa'da düzenlenen turnuvaya bu yıl yine Fransa ev sahipliği yapıyor. Euro 2020 ile 60 yaşını kutlayacak olan organizasyon, gelecek turnuvada tarihinde ilk kez birden fazla Avrupa ülkesinde aynı anda gerçekleşecek. İşte Euro 2016 devam ederken bilinmesi gereken bazı bilgiler:

16 Haziran 2016

Skagen Saatleri

Bir erkeğin en önemli aksesuarlarından birisi elbette ki saattir. Yeni keşfettiğim Danimarka menşeli Skagen markasının şık ve minimalist kol saatlerinden birkaç tanesini paylaşmak istiyorum. Öncelikle kısaca markadan bahsedeyim. Skagen kol saati, çanta, cüzdan, kolye, küpe, bileklik gibi pek çok aksesuar üreten bir firma. İkea'dan aşina olduğumuz kuzey ülkelerindeki tasarımcıların sade ve işlevsel tasarımlarını Skagen'de de görüyoruz. Hem hafifliği ve inceliği hem de sade ve şık tasarımlarıyla Skagen saatleri, o eski hantal, ağır saatlerden çok daha kullanışlı geliyor bana. En azından saate baktığınızda gözü yormuyor, renkler, çizgiler - tasarımın her parçası - birbiriyle uyum içinde. Üstelik saatin ana mekanizmasına ömür boyu garanti veriyorlar. Fiyatları da cep yakmıyor. Fakat imkanınız varsa yurtdışından getirtmeniz daha kârlı çünkü Türkiye'den aldığınızda fiyat tam iki katına çıkıyor pek çok modelde.


Skagen, SKW6240 modeli

3 Haziran 2016

Go Oyunu

Go oyunu tahtası goban ve taşlar

 Yeni başlayanlar için ilk 100 maçı kaybetmenin normal karşılandığı oyundur Go. Oyunu öğrenmek değil de anlamak gerekir ilerlemek için ve sabır gerekir. Go oyununda biraz matematik biraz sanat biraz da duygu vardır. İnsanın karakteri tüm gerçekçiliğiyle tahtaya yansıdığı için çoğu zaman "vahşi" içgüdülerimizi kontrol altına alıp oynamamız gereken bir oyundur. Bir kişiyi hiç konuşmadan tanımak için onunla go oynamanız yeterli olacaktır. Satrançta herhangi bir taşın nereye oynanabileceği oyunun başından itibaren bellidir, oysa Go'da tahta üzerinde oynanacak çok az yer kalana kadar oyuna dahil olan her taşın koyulabileceği yerlerin olasılıkları sınırsızdır gibidir. Özellikle oyunun başında sahip olduğunuz özgürlük, ki buna örnek olarak bir bireyin dünya üzerindeki varlığı sebebiyle sahip olduğu özgürlük verilebilir, oyunun-hayatın ilerleyen bölümlerindeki durumunuzu belirleyecektir. Yaptığınız her hamle peşinizden gelir, yollarınız sürekli olarak daha önceden sizin veya rakibinizin tahtaya koyduğu taşlarla kesişir... 

2 Haziran 2016

Okunduğunda Ufkunuzu Genişletecek Malcolm Gladwell Kitapları



2005 yılında Time dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 ismi arasında gösterilen, yazdığı her kitapla uluslararası çok satanlar listelerinde (best-seller) yer alan Malcolm Gladwell'dan ve sıradışı kitaplarından bahsetmek istiyorum. Malcolm Gladwell, 1963 yılında İngiltere'de doğmuş. Babası İngiliz bir matematik profesörü, annesi ise Jamaika'lı bir psikoterapisttir. Altı yaşındayken ailesiyle birlikte Kanada'ya yerleşirler. Malcolm Gladwell 1984'te Trinity College, Toronto'da Tarih öğrenimini tamamladıktan sonra Amerika'ya yerleşir. 1987-1996 yılları arasında The Washington Post'ta gazeteci olarak ekonomi, iş dünyası ve bilim konuları üzerine yazılar yazar. 1996'dan beri The New Yorker dergisinde yazmaktadır.

Yazdığı kitaplarla çok satanlar listesinden hiç düşmeyen Gladwell dünyanın en önemli konuşmacı ve yazarları arasında gösterilmektedir. Kitaplarında yer verdiği sosyal ve psikolojik araştırmalar üzerinden yaptığı analizlerle hem günlük yaşantızın hem de iş hayatının bilinmezlerine ustaca ışık tutmaktadır. Farklı alanlardan sunduğu gerçek "başarı" ve "başarısızlık" örneklerini tüm neden-sonuç ilişkileriyle birlikte sosyal psikoloji bağlamında incelemektedir. Yazdığı kitaplarla iş dünyasının da takdirini kazanmayı başaran Gladwell için "pazarlamanın yeni tanrısı" yakıştırması yapılmaktadır.

31 Mayıs 2016

Otobüslerde Kadın Muavin ve Kadınlara Özel Bölüm Uygulaması Başlıyor!


Bildiğiniz gibi şehirler arası yolculuklarda birbirini tanımayan kadın ve erkekler yan yana oturamıyor. Bence bu durum bizim ahlaksızlık potansiyelimizin bir yansımasıdır. Yani kimse kimseyi kandırmasın ahlaksız bir toplumuz ve bunu içten içe hepimiz biliyoruz, görüyoruz ve farkındayız. Kendisini ahlaklı sayanlar varsa da gelsinler tartışalım. Birkaç gün önce Metro'nun otobüsünde yaşanan rezillik de zaten artık kimseye güvenilemeyeceğini göstermiştir. Söz konusu rezil olayı gerçekleştiren sapık muavin umarım en ağır cezayı alır. Benim değinmek istediğim nokta ise bir kişi üzerinden bütün şirketi karalamanın çok da doğru olmadığıdır. Metro firmasında çalışanların yolculara genel olarak davranışları, önceki şikayetler, firmanın genel kalite politikaları ayrı bir tartışma konusudur. Kaldı ki ben de zorda kalmadığım sürece asla Metro otobüslerine binmem. Gerek yolculuk süresini uzatmaları ve çalışanların özensiz tutumları gerekse trafik kazalarına karışma oranlarının diğer firmalara göre yüksek olması sebebiyle Metro'yu kullanmamaya çalışıyorum. Söz konusu olayı gerçekleştiren muavin yüzünden bütün firmayı karalamak doğru değil. Fakat muavin üzerinden yola çıkarak bütün toplum yapısını sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Özellikle son yıllarda gittikçe artan tecavüz-taciz-şiddet haberleri gösteriyor ki toplum olarak kadın-erkek ilişkilerinde büyük problemler yaşıyoruz. Gün geçmiyor ki benzer içerikli bir habere rastlamayalım.  

20 Mayıs 2016

Michael Scofield Geri Dönüyor!


Prison Break, 2017'de ekranlara geri dönüyor.
Efsanevi dizi Prison Break yıllar süren aranın ardından devam bölümleriyle geri dönüyor. Başrollerinde Wentworth Miller, Dominic Purcell, Sarah Wayne Callies ve Amaury Nolasco’nun yer aldığı dizi 2005-2009 arasında 4 sezon olarak çekilmiş ve final yapmıştı. Yaşı tutanların bildiği gibi Prison Break hapishaneden kaçış konusunu oldukça detaylı ve başarılı biçimde işleyerek bir nesli ekranlara kilitlemişti. Üstelik o yıllarda yabancı dizileri henüz cnbc-e üzerinden Amerika ile eş zamanlı olarak takip ediyorduk. Dizinin yeni bölümlerini izlerken geçmişe dönüp nostalji yaşayacağımızı şimdiden hissedebiliyorum. 

İnsan Niye Gözleri Kapalı Doğar?



Bir şeyleri artık yazmam gerektiğine karar verdiğimde Urla’daki öğrenci evimde yalnızdım. Sadece 5 tek sigaram kalmıştı ve birini de şimdi yaktım. Saat 01:11. Geride bıraktığım bir aylık süreçte 4 arkadaşımla mimarlık yarışmasına hazırlandık. 22 yaşındaki her erkeğin konuşabileceği şeylerden söz ettik, hatta daha da fazlası. Bir ay boyunca hayatlarımızdan, gördüklerimizden, göreceklerimizden, uzaktan, yakından konuştuk. Diğerleri gidip yalnız kalmaya başlayalı 2 gün oldu. Hatırladığım bir yalnızlıktı bu, daha önce de başıma gelmişti. Muhtemelen internetim kesik olmasaydı şu an bunları yazmıyor olacaktım. Bu bakımdan şanslıyım… Siya Siyabend söylemeye devam ediyor: bilmem şu dünyaya niye geldim ? Aklı kıt bir adam vardı. Ey Ademoğlu, bu ruhunu yitiren dünyada aradığın hangi gerçek? Hepsi suyun altında senin ciğerlerin gerçek…

Bugün “Kamlumbağalar da Uçar” ve “Soraya’yı Taşlamak” filmlerini izledim. Dünyaya ve insanlara birkez daha lanet okudum, bunu yapmayı bir süredir bırakmıştım. Çünkü dünya böyle bir yerdi ve değişmeyecekti. İnsan değişmeyecekti, bundan emindim. 10. dakikada ilk sigaram bitti…

18 Mayıs 2016

Zaman Darlığı Olanlar İçin Oscarlı Kısa Filmler

Oscar Winning Short Films
Kısa zamanda çok şey anlatan kısa filmlerle ilgili bir derleme yapmak istedim. Gün boyu koşuşturmaktan dolayı film izleyecek vaktiniz kalmıyorsa kısa filmler tam size göre. Hemen hemen her türde ilginizi çekebilecek kısa film bulmanız mümkün. Daha önce hiç izlemediyseniz başlangıç olarak işte size 2000'li yıllarda Oscar kazanan en iyi kısa filmler listesi:

2015 - Stutterer 

Yönetmen: Benjamin Cleary 
Süre: 12 dakika  
Tür: Dram

Kekeme olsaydınız müşteri hizmetleriyle telefonda nasıl görüşürdünüz? Peki hoşlandığınız kızla? Kekeme olmasına rağmen güçlü iç sese sahip yalnız bir genç hayatının en büyük korkusuyla yüzleşmek üzeredir.

6 Mayıs 2016

Racing Extinction: Ve İnsan Dünyanın Sonunu Getirdi

Racing Extinction film afişi

Oscarlı yönetmen/belgeselci Louie Psihoyos'un 2015'te gösterime giren Racing Extinction belgesel filmi hakkında bir şeyler yazmak istiyorum. Sinemada o kadar abuk sabuk filmleri izliyoruz ki asıl üzerine düşünmemiz gereken konuları işleyen yapımları gözden kaçırabiliyoruz. Özellikle son yıllarda vizyonda sıkça gördüğümüz süper kahramanlarla dolu kıyamet/yokoluş filmleri hepinizin dikkatini çekmiştir. Bu filmlerde genelde insan hep kurtarıcı olarak karşımıza çıkar. İşin gerçeği ise bunun tam tersi: İnsan, dünyanın sonunu getirmek üzere... Racing Extinction işte bu konuya odaklanıyor. İnsanoğlu, dünyanın ve üzerinde yaşayan canlıların yokoluşunun en büyük sebebi malesef. Bizler kurtarıcı falan değiliz, tam anlamıyla kanser gibi dünyayı, canlıları sömüren ve yokeden bir türüz. Belgesel nesli tükenen canlılar, ekosistemin bozulması, küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi güncel sorunların tek kaynağının biz insanların önlenemeyen tüketim ve beslenme alışkanlıkları olduğunu ortaya koyuyor.


Manta Vatozu (Manta birostris) ya da deniz şeytanı olarak bilinen vatoz türü. Yasadışı avlanma ve deniz kirliliği sebebiyle nesli tükenmektedir.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...