Bir şeyleri artık yazmam gerektiğine karar verdiğimde Urla’daki öğrenci evimde yalnızdım. Sadece 5 tek sigaram kalmıştı ve
birini de şimdi yaktım. Saat 01:11. Geride bıraktığım bir aylık süreçte 4
arkadaşımla mimarlık yarışmasına hazırlandık. 22 yaşındaki her erkeğin
konuşabileceği şeylerden söz ettik, hatta daha da fazlası. Bir ay boyunca
hayatlarımızdan, gördüklerimizden, göreceklerimizden, uzaktan, yakından
konuştuk. Diğerleri gidip yalnız kalmaya başlayalı 2 gün oldu. Hatırladığım bir
yalnızlıktı bu, daha önce de başıma gelmişti. Muhtemelen internetim kesik
olmasaydı şu an bunları yazmıyor olacaktım. Bu bakımdan şanslıyım… Siya Siyabend
söylemeye devam ediyor: bilmem şu dünyaya niye geldim ? Aklı kıt bir adam
vardı. Ey Ademoğlu, bu ruhunu yitiren dünyada aradığın hangi gerçek? Hepsi
suyun altında senin ciğerlerin gerçek…
Bugün “Kamlumbağalar da Uçar” ve “Soraya’yı Taşlamak”
filmlerini izledim. Dünyaya ve insanlara birkez daha lanet okudum, bunu yapmayı
bir süredir bırakmıştım. Çünkü dünya böyle bir yerdi ve değişmeyecekti. İnsan
değişmeyecekti, bundan emindim. 10. dakikada ilk sigaram bitti…
Kafamda çok soru var. Kendime ve insanlara dair. Neden bize
öğretilen hayatı yaşıyoruz? Bu soruya uzun uzun cevap aramayı umuyorum. Diğer
sorum ise kendime dair: Neden insanlarla arama kalıcı bağlar kuramıyorum ya da
neden bu bağları kurmak istemiyorum? İnsanlarla kurduğum ilişkiler “ayrılmak” üzerine kurulmuş
gibi. Arkadaşlarım var, dostlarım var, akrabalarım var… Sarfedeceğim çok küçük
çabalarla, bu ilişkilerim ölene kadar kolayca sürebilir. Ama bundan
kaçınıyorum/kaçınmak istiyorum. Birilerine adam akıllı bağlanmak korkutucu mu,
bundan mı korkuyorum? Bağlanmak… İnsanlara bağlanırsın, sonra yaşadığın yerlere
bağlanırsın, hepsiyle anıların olur. Attığın her adımda anıların seninledir,
geçtiğin sokaklar geçmişle doludur. Kafeler, parklar, denizin kenarı senin
geçmişindir. Evler, odalar, koltuklar, bardaklar senin anındır. Ama gün gelir
tüm bardaklar kırılır. Bir zaman geliyor ve her şeyi terketmeye başlıyorum.
Terkettiğim şeyler çok fazla, terkettiğim insanlar çok fazla. Geriye onlarla
olan bölük pörçük anılarım kalıyor. Yarım yamalak hatırlanan anılar. Bu anıların verdiği acı büyük. Böyle şeyler
olmaya devam edecek, acı çekmeye devam edeceğim… Mademki acı çekmeye “anı”lar
yaratmaya engel olamıyorum, bunlar neden hep aynı yerlerde aynı kişilerle olsun
ki! Hiç tanımadığım yerlerde hiç tanımadığım insanlarla günlük yaşamları
paylaşsam, oradaki anıları da biriktirsem. Zaten işimiz o değil mi? Anı
koleksiyonları yapmıyor muyuz ilk günden beri? Yaşadığımız dünya anılar
üzerine kurulu değil mi? Bize öğretilen şey iyi-sağlam dostluklar, insan
ilişkileri kurmak ve bunları sürdürmek değil mi? Tarih boyunca böyle yaşanmış
her şey. Bize anlatılanlar da bunlar zaten. Herkesin gidebilme ihtimali
olduğunu bilirsen, hatta net bir biçimde herkesin gideceğini bilirsen; bu senin
için anlaşılması-kabullenmesi kolay olur. Bu sürecin ta kendisidir. Doğada
hiçbir şey sonsuza dek devam etmez, insanlar da doğar büyür ve ölür,
sonsuzluğun kendisi “ölüm”le sonlanan döngülerdir sadece. Her şey bariz bir
biçimde bitmeye-sonlanmaya mahkumdur. Ey insan, kurduğun en iyi dostluk, ya da
yaşadığın en delice aşk sadece bir insan ömrü kadar süreye sığıyor, yaklaşık 70
yıl diyelim. Peki, eğer 200 yıl yaşayabilseydin bu yine aynı şekilde sürer
miydi? 1000 yıl yaşasaydın kaç kere
aşık olurdun, kaç tane dostunu sırtından vururdun?
Elimizdekileri hep devam edecekmiş gibi düşünmek, onları
kaybettiğimizde şaşkına çeviriyor bizleri. Her şeyin sona ereceğini bilirsek,
kimseyle sağlam bağlar kurma çabasına girmeyiz. İki insan arasında kurulacak en
sağlam bağ, onları birbirine bağlayan en aldatıcı yapışkandır. İnsan yalnız
kalmaktan korktuğu için yanında birilerini arar durur. Ve dostum dediği adamı
bulduğunda, onunla beraber hem yalnızlığını giderir hem de anlatılacak binlerce
anı yaşar. Böylece mutlu ve güvende olur. Aralarındaki bağ inanılmaz derecede
güçlüdür. Ancak bu bağ kopmaya-koparılmaya da her daim müsaittir, iki taraf da
bunun bilincinde olarak dikkatli davranırlar. Bu dikkatli davranışlar dizgesi,
en son noktada insan bedeninin ölmesiyle sonlanır. Biri ölür ve geriye anılarla
yaşayan diğeri kalır… Çoğu arkadaşımla seviyemi korumaya çalışırım. Kimseyle dost olmak istediğimi sanmıyorum.
İnsanlar birbirlerini yiyerek ya da severek ölür, ölümün olduğu yerde yemeğe ya
da sevgiye ihtiyaç vardır. Ölümün olmadığı yerde ise gerçeklere ihtiyaç vardır.
Ölümün varlığında bağlanmak, ölümün yokluğundaki gerçekleri görmeye engeldir.
An'ı anlayabilmek için, gerçeği sezebilmek için, o an'a dair hiçbir bağınızın
bulunmaması gerekir. Etrafınızla kurduğunuz her bağ, aslında gözlerinizi
körleştiren yeni bir bağdır. İnsan doğarken göbeğinden annesine bağlıdır, ve
kördür. Bu onun dünyadaki tek bağıdır. Göbek bağı kesilip kuruduğunda bebeğin
gözleri açılır. Gözlerini açtığı dünya, ona tekrardan kör olmayı öğretecektir.
18.09.2011 - 02:36
- insan niye gözleri kapalı doğar?
- gözleri açıldığında görebildiğine inansın diye,,
21.10.2013 - 00:07
Bu blogu bu kadar geç keşfettiğime inanamıyorum. Harika bir yazı. Teşekkürler.
YanıtlaSil