20 Mayıs 2016

İnsan Niye Gözleri Kapalı Doğar?



Bir şeyleri artık yazmam gerektiğine karar verdiğimde Urla’daki öğrenci evimde yalnızdım. Sadece 5 tek sigaram kalmıştı ve birini de şimdi yaktım. Saat 01:11. Geride bıraktığım bir aylık süreçte 4 arkadaşımla mimarlık yarışmasına hazırlandık. 22 yaşındaki her erkeğin konuşabileceği şeylerden söz ettik, hatta daha da fazlası. Bir ay boyunca hayatlarımızdan, gördüklerimizden, göreceklerimizden, uzaktan, yakından konuştuk. Diğerleri gidip yalnız kalmaya başlayalı 2 gün oldu. Hatırladığım bir yalnızlıktı bu, daha önce de başıma gelmişti. Muhtemelen internetim kesik olmasaydı şu an bunları yazmıyor olacaktım. Bu bakımdan şanslıyım… Siya Siyabend söylemeye devam ediyor: bilmem şu dünyaya niye geldim ? Aklı kıt bir adam vardı. Ey Ademoğlu, bu ruhunu yitiren dünyada aradığın hangi gerçek? Hepsi suyun altında senin ciğerlerin gerçek…

Bugün “Kamlumbağalar da Uçar” ve “Soraya’yı Taşlamak” filmlerini izledim. Dünyaya ve insanlara birkez daha lanet okudum, bunu yapmayı bir süredir bırakmıştım. Çünkü dünya böyle bir yerdi ve değişmeyecekti. İnsan değişmeyecekti, bundan emindim. 10. dakikada ilk sigaram bitti…

Kafamda çok soru var. Kendime ve insanlara dair. Neden bize öğretilen hayatı yaşıyoruz? Bu soruya uzun uzun cevap aramayı umuyorum. Diğer sorum ise kendime dair: Neden insanlarla arama kalıcı bağlar kuramıyorum ya da neden bu bağları kurmak istemiyorum? İnsanlarla kurduğum ilişkiler “ayrılmak” üzerine kurulmuş gibi. Arkadaşlarım var, dostlarım var, akrabalarım var… Sarfedeceğim çok küçük çabalarla, bu ilişkilerim ölene kadar kolayca sürebilir. Ama bundan kaçınıyorum/kaçınmak istiyorum. Birilerine adam akıllı bağlanmak korkutucu mu, bundan mı korkuyorum? Bağlanmak… İnsanlara bağlanırsın, sonra yaşadığın yerlere bağlanırsın, hepsiyle anıların olur. Attığın her adımda anıların seninledir, geçtiğin sokaklar geçmişle doludur. Kafeler, parklar, denizin kenarı senin geçmişindir. Evler, odalar, koltuklar, bardaklar senin anındır. Ama gün gelir tüm bardaklar kırılır. Bir zaman geliyor ve her şeyi terketmeye başlıyorum. Terkettiğim şeyler çok fazla, terkettiğim insanlar çok fazla. Geriye onlarla olan bölük pörçük anılarım kalıyor. Yarım yamalak hatırlanan anılar. Bu anıların verdiği acı büyük. Böyle şeyler olmaya devam edecek, acı çekmeye devam edeceğim… Mademki acı çekmeye “anı”lar yaratmaya engel olamıyorum, bunlar neden hep aynı yerlerde aynı kişilerle olsun ki! Hiç tanımadığım yerlerde hiç tanımadığım insanlarla günlük yaşamları paylaşsam, oradaki anıları da biriktirsem. Zaten işimiz o değil mi? Anı koleksiyonları yapmıyor muyuz ilk günden beri? Yaşadığımız dünya anılar üzerine kurulu değil mi? Bize öğretilen şey iyi-sağlam dostluklar, insan ilişkileri kurmak ve bunları sürdürmek değil mi? Tarih boyunca böyle yaşanmış her şey. Bize anlatılanlar da bunlar zaten. Herkesin gidebilme ihtimali olduğunu bilirsen, hatta net bir biçimde herkesin gideceğini bilirsen; bu senin için anlaşılması-kabullenmesi kolay olur. Bu sürecin ta kendisidir. Doğada hiçbir şey sonsuza dek devam etmez, insanlar da doğar büyür ve ölür, sonsuzluğun kendisi “ölüm”le sonlanan döngülerdir sadece. Her şey bariz bir biçimde bitmeye-sonlanmaya mahkumdur. Ey insan, kurduğun en iyi dostluk, ya da yaşadığın en delice aşk sadece bir insan ömrü kadar süreye sığıyor, yaklaşık 70 yıl diyelim. Peki, eğer 200 yıl yaşayabilseydin bu yine aynı şekilde sürer miydi?  1000 yıl yaşasaydın kaç kere aşık olurdun, kaç tane dostunu sırtından vururdun?
 
Elimizdekileri hep devam edecekmiş gibi düşünmek, onları kaybettiğimizde şaşkına çeviriyor bizleri. Her şeyin sona ereceğini bilirsek, kimseyle sağlam bağlar kurma çabasına girmeyiz. İki insan arasında kurulacak en sağlam bağ, onları birbirine bağlayan en aldatıcı yapışkandır. İnsan yalnız kalmaktan korktuğu için yanında birilerini arar durur. Ve dostum dediği adamı bulduğunda, onunla beraber hem yalnızlığını giderir hem de anlatılacak binlerce anı yaşar. Böylece mutlu ve güvende olur. Aralarındaki bağ inanılmaz derecede güçlüdür. Ancak bu bağ kopmaya-koparılmaya da her daim müsaittir, iki taraf da bunun bilincinde olarak dikkatli davranırlar. Bu dikkatli davranışlar dizgesi, en son noktada insan bedeninin ölmesiyle sonlanır. Biri ölür ve geriye anılarla yaşayan diğeri kalır… Çoğu arkadaşımla seviyemi korumaya çalışırım. Kimseyle dost olmak istediğimi sanmıyorum. İnsanlar birbirlerini yiyerek ya da severek ölür, ölümün olduğu yerde yemeğe ya da sevgiye ihtiyaç vardır. Ölümün olmadığı yerde ise gerçeklere ihtiyaç vardır. Ölümün varlığında bağlanmak, ölümün yokluğundaki gerçekleri görmeye engeldir. An'ı anlayabilmek için, gerçeği sezebilmek için, o an'a dair hiçbir bağınızın bulunmaması gerekir. Etrafınızla kurduğunuz her bağ, aslında gözlerinizi körleştiren yeni bir bağdır. İnsan doğarken göbeğinden annesine bağlıdır, ve kördür. Bu onun dünyadaki tek bağıdır. Göbek bağı kesilip kuruduğunda bebeğin gözleri açılır. Gözlerini açtığı dünya, ona tekrardan kör olmayı öğretecektir. 

18.09.2011 - 02:36



- insan niye gözleri kapalı doğar?
- gözleri açıldığında görebildiğine inansın diye,,

21.10.2013 - 00:07

1 yorum:

  1. Bu blogu bu kadar geç keşfettiğime inanamıyorum. Harika bir yazı. Teşekkürler.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...